14 Ekim 2011 Cuma

sevsem de..

Çok seviyor olsam da sana teşekkür edemeyeceğim san dünya, hayat, yaşam, zaman; adı her ne koyarsanız koyun.. Öğrenilmiş çaresizliklerin duvarlarını yıkıp geriye doğru saymak isterdim ve uzay boşluğunda salınmak; dünyaya şöyle bir yukarıdan bakmak, gerçekten o kadar mavi olup olmadığını görmek, küçük bir kapsülün içinde..

Seslen, bağır, duyur kendini ve hepsi bu kadardı diyerek pes etme sakın; çünkü devamı var.. Isiklar sondugunde ve sesin kesildiginde bile yol bitmeyecek..

8 Temmuz 2011 Cuma

1 Haziran 2011 Çarşamba

11...

Büyükbabam bu dünyadan ayrıldığından beri 11 sene geçti.. Ramazan'ın ayrılığının ise 11. günü... Hala inanamadığım, gözümün önüme sürekli gelen bir Ramazan ve yokluğuna alıştığım büyükbabam.. Bir zaman gelecek ve ben Ramazan'ın gidişini de kabulleneceğim.. 21. asırlılarda ölüm acısı kaç yıl ya da kaç ay sürer acaba ;büyük usta, keşke bunu da söyleseydin bize..

12 Mayıs 2011 Perşembe

Yok mu, elbet var!...

Aklımda yazacak, anlatacak, tonlarca şey yok mu, elbette ki var. Yine de yazamıyorum, neden yazamıyorum, niçin yazamıyorum, parmaklar neden klayenin üzerinde gezinmiyor diye düşündüğümde, cevabı bulmam birkaç saniyemi aldı..

Okumuyorum, düşünmüyorum ve hiçbir şeyi görmüyorum, haliyle bu da kulunuzda kabızlık yapıyor..  Halledilmez değil, üstesinden gelinir, geleceğim..

Yakında görüşeceğiz..

Saygılar bizden efem..

26 Nisan 2011 Salı

Jülide Özçelik-Anan Var Midur -




Terazi ufak idu, tartilamadum
o domuzun kizina sarilamadum:-))

19 Nisan 2011 Salı

malum..

Ankara'da olduğum malum.Nisan'ın sonuna yaklaşıyor olmamıza rağmen havanın hala soğuk olması malum.Yağmurun Ankara'yı mahvettiği de malummuş, onu gördüm bugün.. Yarın yine yağmurlu ve sonraki günde.. Ve hafta boyu hep soğuk.. Şu havalar bir düzelse.. Sanki hiç yaz gelmeyecek.. Ben bunları ne demeye kendime dert ederim.. Isınsa, iyice ısınsa şu havalar.. Başka derdim yokmuş gibi.. Ama var, bu da malum..

15 Nisan 2011 Cuma

Kaptan'dan...

"Sen kendine yetmiyorsun, 

hiç kimse sana yetmiyor,

 birini bitirmeden aklın öteki yolculukta.."

12 Mart 2011 Cumartesi

Günümüz dizilerinde aile kavramının işlenişi.. (gürîz-gâh)

Artık hepimizin kabul ettiği bir sosyolojik gerçek var.. Biz hayatı kolay yollardan takip etmeyi/yaşamayı seven bir milletiz..

Anneannemden dinlediğim kadarıyla, geçmişte yaşananlarla günümüzde yaşanalar arasında büyük farklar yok.. Her teknolojik yenilikte bütün ev, komşular ve hatta mahalle yek vücut olup "gelene" büyük bir iştahla sarıldığını biliyoruz ülke geçmişize ait yapraklarda..

Bugünlerde ise, daha farklı bir bencillik hasıl oldu, "yeni"ye sahip olan insanımızda.. Asri zamanlarda teknolojinin gün be gün geliştiğini, misal 3-5 ay önce almış olduğunuz bilgisayarınızın bir anda "yetersiz" konuma düştüğünü görüyorsunuz.. Kişinin elindekini paylaşmak konusunda ne derece imtina ettiğini kendinizden de biliyorsunuzdur.. Evinizin dışındaki cangılda binbir güçlükle kazanmış olduğunuz paranızla aldığınız, size; kendinize ait olana başkalarının el sürmesinden nefret ediyorsunuz..

Geçmiş zamanlarda, herhangi bir eve alınan televizyonun sadece o aileye ait olmadığını, -genellikle yaşanılan mahalledeki ender televizyonlardan birisi olması nedeniyle,- mahalle eşrafının neredeyse her akşam evinize daimi konuk olarak teşrif etmeleri nedeniyle kamusal bir alet statüsünü kazandığını  görebiliriz.. Vizontele filmindeki görüntülerin, ülkenin her köşesinde dalga dalga yaşanmadığını kim iddia edebilir?!..

Bu uzun girizgahtan sonra ana fikre doğru yavaşça ilerleyeceğiz.. Bu noktadan sonra yazının katmerleneceğini; bu sebeple birkaç kişinin aramızdan şimdi ayrılmasının daha hayırlı olcağını belirterek devam ediyorum..

Bir toplumu/insanı kalkındıracak temel gereksinimlerden birkaçından uzak duruyoruz; hatta bununla övünebiliyoruz bile.. Okumak, düşünmek, üretmek vb. kavramlar bizim için her geçen yıl daha da soluklaşıyor.. Sanat/estetik bilgi ve zevklerimizin ne derece yerlerde süründüğünü görmek için doğudaki illerimizden Kars'ta henüz yapımı bitmemiş olan bir heykelin başına gelenler, Zeugmada olanlar, Hasankeyf vb. tonlarca örnek.. Sultanahmet Meydanı'ndaki Alman Çeşmesi'ni tazyikli su ile temizleyen zihniyetimiz maalesef tarih karşısında bizi zor durumda bırakıyor.. Bunlar bizim için öenmsiz detaylar... Bizim için varsa yoksa, arabalar, evler ve kıyafetler.. İlkokul yıllarımızda kendi kendine yetebilen bir ülke olarak bize belletilen güzel ülkemizde, birçok hayati ürün artık ülke sınırları dışından getiriliyor..

Küçük bir Amerika olmamızda ekonomik olarak en büyük adımlardan birisi olan "ev"lenme aşkımıza getirlen müthiş kredi serbestîsi ile beraber, sosyal hayatımızın temel taşı; içinde yaşadığımız dört duvarlardan ibaret hale gelir oldu.. Büyük şehirlerde ulaşımdaki hız her geçen sene arta dursun, siz işten çıktığınızda başlayan bir dizi yol boyunca, siz eve gelip yemeğinizi yedikten sonra ve hatta uyuma vaktiniz gelene kadar -evinizin işyerinize yakınlığı ile orantılı olarak- devam edebiliyor.. Kabaca bir bakışla değerlendirecek olursak, uzadıkça abuklaşan ve insafsız koşullar altında ortaya çıkan malzemenin kalibresinin düşük olması kişiye şaşırtıcı gelmiyor.

İkinci bölümde, bazı dizilerden örneklerle ana fikrimi daha anlaşılır ve ayrıntılı olarak anlatmayı deneyeceğim; tekrar görüşene kadar, sağlıcakla kalın..

19 Şubat 2011 Cumartesi

gözü dönmüş..

İsterdim ki fotoğraflayıp şuraya koyayım, şişen sağ ayak bileğimin halini siz de görün.. bir insan ayak bileği burkulduğu, şiştiği ve acı çektiği için mutlu olabilir mi?!... üstelik sol el yüzük parmağım da şişti darbe yüzünden..

aylar önce yazmıştım, kafamda dönüyorum demiştim; bu yalancı bahar günlerinde basketbola ve spora tekrar döndüm.. sanki 10 sene öncesindeki gibi hissettim bugün ayak bileğimi ters bastığım anda.. başıma gelecek prosedürü yaşadım tekrardan.. o ilk anın sıcaklığı üzerine hemen buz tedavisi yaptım, şimdi de sarıp sarmaladım bir şeylerle..

yarın yine salona gideceğim; koşmadan, ayak ağırlıklarına bulaşmadan çalışacağım.. gözüm döndü bir kere, geri adım atmayacağım..

son derece kişsel zırvalarla kafa şişirişimde son 2 cümleye geldik.. Beni destekleyen sevgilime ve Hasan Bey refikime teşekkürlerimi sunarım.. Majestelerini de 48. yaş günü münasebetiyle kutlarım...

18 Şubat 2011 Cuma

Kimi yapraklar dökülür iken...

bir yapragin kopması bazen ağaçtan,
"dala degil koke bile bagli olsa"
bu kopus cok aci cok zor cok sancili
ve bu kopus cok kahredici cok olumcul
ve dahi kopus diger hic bir kopusa benzemese de
bazen boyle bir kopus
sudan da gunesten de iyidir agac icin...

11 Şubat 2011 Cuma

bi "Taraf" olmayan bertaraf olur...

Aşağıda bir bilgi verelim öncelikle; bir başka blogda bu bilgiyi gördüm*.. Resmi Gazete'nin sayfasından işin özüne tam olarak bakmadım; ama HaberTürk'ten şu kısmı kopyala yapıştır yapıyorum:

"Taraf Gazetecilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. de toplam sabit yatırım tutarı 16 milyon 432 bin 607 lira olan komple yeni yatırım için yatırım teşvik belgesi aldı. Taraf gazetecilik, haftada en az 4 kere yayımlanan gazete, dergi ve süreli yayın yatırımı ile ilgili yurt dışından 8 milyon 77 bin dolar tutarında makine ve teçhizat ithal edecek. Söz konusu yatırımı için KDV istinası ile Gümrük Vergisi muafiyetinden de yararlanacak Taraf Gazetecilik, yatırımın tamamlanması halinde 15 kişi istihdam etmeyi taahhüt etti."...
 

Şimdi açıp baktım Taraf'ın internet sayfasına; bununla ilgili tek cümle yok.. Hatta ilk kez açıyorum internet sayfalarını.. Maşallah, hiç sevmedikleri Cumhuriyet'ten farkları kalmıyor; çünkü gazeteyi internetten okumak için paralı abonelik sistemine kaydolmanız gerekiyor.. Görüldüğü üzere;

Abone olun!
Taraf matbaadan önce bilgisayarınıza gelsin.

  • Yurtdışında yaşıyorum, gazete alamıyorum, diyenler.
  • Yoğunum, düzenli alamıyorum, diyenler.
  • Mahalle baskısı var, iş yerine götüremiyorum, diyenler.
  • İnternetten okumak kolayıma geliyor, diyenler.
İşte kaçırılmayacak bir fırsat
  • ABONE OLUN! Gazeteniz baskıya girmeden bilgisayarınızda olsun.
  • ABONE OLUN! Yarının gazetesini gece yarısından itibaren okuyun.
  • ABONE OLUN! Gazetenin maliyetine ortak olun.
Abonelik Ücretleri
1 Ay : 20 TL
3 Ay : 50 TL
6 Ay : 90 TL
12 Ay : 160 TL

diye buyurmuşlar efendim. Şu abonelik sistemi ile ilgili yazdıkları üzerine bile ayrı bir yazı olur.. Rasim Ozan Kütahyalı ve Melih Altınok gibi iki gudubeti bünyesinde barındıran bir gazeteden bahsediyoruz.. Bütün yazarları için aynı görüşü elbette belirtecek değilim.. Ama genel olarak, neye ve kime karşı bi"taraf" olduklarını az çok hepimiz biliyoruz..

Başbakan gibi söylemek istiyorum, eski parayla 16 trilyon.. Sürekli buna vurgu yapıyor kendileri, yatırımlarla ilgili konuşurken.. Trilyon denildiğinde, rakamın gözümüzde daha da büyümesi gerektiğini düşünüyor kanımca.. Madem paradan sıfırları siz attınız, o halde eski parayla şu, eski parayla bu diyerek meydanlarda bağrılmaması daha faydalı olacaktır.. O giden sıfırları zihinlerde tekrar yerine koymanın hiç bir gereği yoktur çünkü..

Şimdi dönelim Taraf gazetesine.. Gazete alacağı paranın 8 milyon liralık kısmını makine, teçhizat alımında kullanacak, paranın tamamı alındığında 15 kişiye de istihdam sağlayacağını garanti edecek.. Ben elimden geldiğince tarafsız düşünmeye çalışıyorum.. Az önce de dediğim gibi, diğer yatırımları bilmiyorum, diğer teşvikleri bilmiyorum, geçmişte gazetelere yapılmış olan teşviklerin tutarlarından ve içeriklerinden haberim yok.. Aslına bakarsanız kimsenin de olduğunu sanmıyorum.. Bununla ilgili olarak, bilgilendirilmek amacı ile Hazine'ye bir mail yazacağım; verecekleri cevaptan sonra öfkelenmem için nedenim olup olmadığını anlayacağım..

Saçma bir cümle olacak ama; bu işin peşine düşeceğim.. Sen kimsin, ne diyorsun; şaka yapıyorsun herhalde diyenler de çıkabilecektir.. Hakkınız vardır, ben delinin biriyim ve verdiğim verginin peşine düşmeye kararlıyım, en azından bu konuda..

Taraf gazetesinden çıkacak sesi de açıkçası merak ederek yazıyı burada sonlandırıyorum.. öfkeyle kalkıp zararla oturmamak için, şu bilgiyi edindikten sonra tekrar konuşmak  üzere; saygılar..

* Bahsettiğim blog, yazarın dili serttir; çoğu zaman küfreder,  yine de bunun rahatsızlık verici olduğunu düşünmüyorum, en azından kendi adıma..

7 Şubat 2011 Pazartesi

Bugün...

O çok söyledi
Ben dinledim
O dedi ki gidemezsin
Ben gökyüzüne baktım
Ağladım

Sonra birileri tuttu yakamdan
Yakamdan da değil
Hani sanki yüreğim ellerindeydi
Göğüs kafesimden çıkmış
Onların elindeydi
Sustum

Bir şeyler akıp gitti
Hep akar gider bir şeyler
Adı bazen aşktır bazen ölüm
Bir şeyler gitti
Ve ben gitmesini istemedim
Ellerim istemedi
Sesim istemedi
Ama aktı
Güldüm

Ben demiştim birilerine
Artık farklıyım diye
Aynı plak tekrar çalmaz diye
Dinlemediler
Anlamadılar
Dinlemek ve anlamak istemediler
Oysa ben dönüştüm
Yürüdüm

Şimdi
Alabildiğine gece
Alabildiğine karanlık ve soğuk
Şimdi, ben o çukura tekrar düşmeyeceğim
Bu demek benim dördüncü krallığım*
Yaşıyorum




*Dördüncü Krallığım: Attila İlhan'ın, Ben Sana Mecburum isimli şiir kitabında yer alan şiirlerinden birinin ismidir.. Sadece ismini kullanmak istedim; benim gibi mi hissediyordu dördüncü krallığından bahsederken, bilmiyorum..

21 Ocak 2011 Cuma

Le huitième jour

Daniel Auteuil'in başrolünü oynadığı, beynimin bir kıvrımında oluşturup itinayla sakladığım tekrar izlenecek filmler listesinin ön sıralarında yer alan bir film  Le huitieme jour (Sekizinci Gün).. Filmi anlatmayacağım; sadece sonunudaki monoloğu sizinle paylaşmak istedim, buyrun;


"başlangıçta birşey yoktu.sadece müzik vardı.tüm bulutlar müziği duydu.
tanrı ilk gün güneşi yarattı: gözleri acıtır.
ikinci gün, suyu yarattı: ıslak.üstünde yürürseniz ayaklarınız ıslanır.sonra rüzgarı yarattı: gıdıklar...
üçüncü gün, çimleri yarattı: kestiğiniz zaman ağlarlar, acı çekerler.rahatlatmak için dostça konuşmalısınız.eğer bir ağaca dokunursanız bir ağaç olursunuz.
dördüncü gün, inekleri yarattı: soludukları zaman sıcacık üflerler.
beşinci gün, uçakları yarattı: eğer onları kabullenmezsen, geçmişe uçup gitmelerine seyirci kalırsın.
altıncı gün, insanı yarattı: erkekler, kadınlar ve çocuklar...kadınları ve çocukları tercih ederim çünkü onları öptüğünüzde batmazlar.
yedinci gün, rahatlamak için bulutları yarattı: eğer iyice bakarsanız, onlarda her hikayeyi görürsünüz.
sonra hiçbir şeyi atlamadığına şaşırdı.
sekizinci gün, georges'u yarattı."...

18 Ocak 2011 Salı

Ellerinize ve Yalana Dair..

Bu şiirin bezirgân saltanatının içinde sürüklenenlerin yüzünde bir tokat gibi patlaması dileğiyle paylaşıyorum.. 

Elimizi, kolumuzu, ayaklarımızı bağlayabilir, bizi cümle libastan üryan bırakabilir; açlığa ve sefalete mahkum edebilirsiniz.. Biz yine de tek bir şey haykıracağız suratlarınıza: "no pasaran"....

 

Ellerinize ve Yalana Dair

Bütün taşlar gibi vekarlı,
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.
Arılar gibi hünerli, hafif,
sütlü memeler gibi yüklü,
tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.
Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
insanlar, ah, benim insanlarım,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakın Doğu, orta Doğu, Pasifik adaları
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

                                                                        Nâzım Hikmet Ran




Not: Beni yüzeysel olarak suçlamayacaksanız eğer, bu şiiri Galatasaray taraftarı olarak son günlerde yaşananlara karşı, içimden kopan derin bir hüzün ve öfke sebebiyle paylaşmak istedim.. bizim bir tezahüratımız vardır; başlangıcında üç kere arka arkaya "re" deriz, ama arkasından "cep" gelmez; bu böyle biline...

Saygılar...

16 Ocak 2011 Pazar

Talihsiz tarihe el atma vakti...

Efendim merhabalar,

Tarihe el atmaya karar verdim..Öncelikle sevgili Hasan Aksakal'ın yazısını zaman verip okumanızı rica edeceğim..  Okuduysanız sizi aşağıya alalım, hayır beni ırgalamaz diyenlere güle güle diyorum..

Yazı için yorum bölümüne ben de bir teşekkür notu iliştiriverdim.. Şimdi dönelim benim sorunuma.. Yorum yapan insanlardan yola çıkarak içimde birikenleri dışarı çıkarmaya çalışacağım.. Parmaklarımı beynimin bilinmez noktalarının kontrolüne bırakarak otomatiğe geçiyorum..

Evet, Osmanlı İmparatorluğu bir beylik olarak doğdu, gelişti, büyüdü, durakladı ve zamanı gelince tarih sahnesinden silindi.. Bu bütün devletlerin, kurumların, insanların; kısaca deyiverelim, yaşayan her şeyin başına gelecek olanın gerçekleşmesiydi.. Yüzyıllarca hükmeden bir devlet olmasını sağlayan en önemli unsurların uzun bir süre fazla tahribata uğramadan devam ettiğini görüyoruz.. Ahilikle başlayan, kökünü Selçuk'la ve sonrasında Bizans'la güçlendirdiği temel yapısının üstüne, büyük bir incelik ve beceriyle yerleştirilen kurumlarıyla sadece savaş alanında değil, her alanda dışarıdan bakıldığında yıkılması imkansız bir yapıt oluşturmuştur Osmanoğulları.. Bunu gerçekleştirirken izlenilen yollar ve uygulama şekilleri bir çok tarihçinin iştahını kabartmıştır.. Halil İnalcık'ın 94 yaşına rağmen saha çalışmasına çıkmasını sağlayan da, Kemal Karpat'ı da hala yazamadığı şeyler yüzünden hayıflandıran da budur.. Hammer'in kendi mezar taşını ulema mezar taşları gibi yaptıran ve ismini Yusuf bin Hammer olarak yazdıran da budur, Bernard Lewis'e 90'ların hemen başında Fransa'da Ermeni Soykırımı yoktur diyecek cesareti veren de...

Osmanlı o kadar güçlü bir teşkilat kurmuştur ki onu yeniden şekillendirmenin ne kadar zor olduğunu yönetenleri farkedememişler, gerekilen zamanında yapılamayan reformlar yüzünden hiç bir zaman yıkılmacağını düşündükleri koca devletin mahvoluşunu ya izlemişler ya da kısmen geciktirebilmişlerdir.. Burada hata kiminle başladı, kiminle bitti diye tartışacak değilim.. Osmanlı Beyliği'nin  imparatorluğa dönüşmesi süreci nasıl tek bir kaynaktan beslenip filizlenmediyse, yıkılmasının nedeni de tek bir yöne bakılı kalarak anlaşılamaz..

Sultan Süleyman'a ve Muhteşem Yüzyıl'a dönmeye çabalayacağım.. Her şeyden önce bu bir dizi, belgesel değil.. Bu iş için çalışan onlarca insanın ekmek kapısı.. Ortada yüzde yüz ticari bir iş var.. Şu an için koparılan yaygaralar en fazla kanala ve reklam veren firmalara yarar sağlıyor ve bu devam ettikçe de sağlayacaktır..

Anlatılan ya da aktarılan hikaye kronolojiyle doğru orantılı ilerliyor.. İlk bölümüne göz ucuyla baktım, ikincisini
izleyemedim, gördüğüm tek şey televizyonlardaki haberlerden ibaretti; "Muhteşem Yüzyıl Rtük'e cevabını sevişerek verdi".. Ne yaratıcı bir başlık değil mi?!!.. Sanırım daha yaratıcı olanlar ise diziye alerji kapanlar, tepki üstüne tepki gösterenler, Rtük'e şikayet telefonları ve mailleriyle işlerlik kazandıranlar.. Sizler bu kadar duyarlı olmazsanız zaten Rtük hiç bir halta yaramadığı gerçeğini nasıl gizleyebilir, aferin size!!!..

Sultan Süleyman sevişiyormuş, Harem'de kadınlar onun emrindeymiş, istediğiyle istediğini yaparmış, şarap içermiş... Bunları dizi söylüyormuş, öyle diyorlar ve diziyi protesto ediyorlar.. Pekala, bir soru sormak istiyorum, padişahlarımızın büyük çoğunluğu müslüman olmayan kadınlarla evlenmişlerdir; onlardan doğan ve padişah olan kişiler için gavur mu dememiz gerekiyor?!.. İkinci bir soru, padişahların kız çocuklarının bazılarının birden çok paşayla evlenmeleri onları kötü kadın mı yapar?!.. Hadi bir örnek verelim, Çelebi Mehmet'in annesinin kim olduğu bilinmiyor, bu durumda Osmanlı soyu helak mı olmuş oluyor?!!..

Bunlar ilk anda aklıma gelen yalnızca bir kaç örnek.. Karşılarına anti tez olarak sunmak değil niyetim.. Demek istediğim tek şey var.. Biraz okuyun, öğrenin.. Ama böylesi zor elbette, hiç bilmeden böbürlenmek elbette işlerine geliyor.. Kendini bir köke bağlamak ve onunla övünebilmek elbette güzeldir, ama tarih bilgin okullarda okutulan kadar bile değilse cahilliğini gün ışığına çıkarmaman gerekir arkadaşım..

Hasan'ın yazısına yorum yazanlarla kişisel bir sorunum yok.. Yazdıkları 2'şer 3'er satırdaki düşünceleri onlarla beraber paylaşan yüzbinlerce insan olması beni rahatsız ediyor..

Aklıevvelin teki o dönemin tarih açısından en bilinmeyen dönemi ele aldığını söylemiş, bununla yetinmemiş bilinen o ki o dönemde harem yoktu deyivermiş.. Dizi hayali senaryo üzerine kurulu demiş (biri beni öldürsün, ben bile bu kadar abuk bir cümle kuramıyorum), son söz olarak eleştirilerde topuzun kantarı kaçmasın demiş!!!..  Kimin ya da neyin adına üzüleceğimi bilemedim.. Az önce söylediğim gibi, çoğu insanın ortak görüşü aslında bu hanımefendinin yorumu..

Hanımefendi, bu adamın adının önüne koskoca Kanuni yaftasını neden kondurmuş olabilirler acaba?!!. Herhalde çim hokeyinin kurallarını koyup bunları yazılı metine geçirdiğinden değil.. Benim gibi cahil bile bilir ki, Sultan Süleyman döneminde çok önemsiz! devlet adamları (Sokullu Mehmet Paşa-bakınız o da devşirmedir-, Rüstem Paşa, Barbaros Hayrettin Paşa -aslında o da yaramaz, Midilli'den gelmiştir) görev yapmışlardır.. Diğer alanlara bulaşırsak işin içinden çıkamayız; pardon, bir de Piri Reis diye birisi vardı, o da önemli bir insan değildir zaten!, tutmuş bir dünya haritası yapmış, geçiniz.. Mimar Sinan'a ise hiç değinmeyeceğim, Kayseri'den alıp getirdikleri bir Hristiyan ne de olsa, günümüzün Karadenizli bir müteahiddlerinin yanında lafı olur mu; onlar bizlere güvenli evlerde yaşam olanağını ışık hızıyla sunarlarken (yaptım oldu) bu Koca Sinan denilen adam kendisi için, değersiz ve muhtaç bir kul diyebilmiş; kendini küçücük bir türbeyi hak görmüştür.. Bize para Allah'tan geliyor diyen Toki başkanı sayın Erdoğan Bayraktar kulaklarınız bir güzel çınlamıştır umarım..



Ne dediğini bilmemek diye buna denir.. Hanımefendi farkında olmadan Sultan Süleyman dönemini karanlık bir çağ olarak adlandırıyor, farkında olmadan diyorum; çünkü o kendince mantıklı bir cümle kurduğunu sanıyor.. Gaflet burada bitmiyor elbette, Harem o devirde yokmuş, bilindiği üzere böyleymiş.. O yorumu yazmadan önce google arama moturunu kullanması bile yeterli olurdu, Harem'in varlığının Sultan Süleyman'dan önce başladığını görürdü.. Bakın, kitapları devirmesine gerek yok, bilindiği üzere kimsenin kitap okuduğu yok zaten.. Sonunda da zaten kantar mı, topuz mu; ne diyeceğini bilemeden yorumunu bitiriyor..

Soğutmadan diğer yoruma geçelim, bunu tamamen almak istedim; zaten bitirmemiş yorumunu, büyük ihtimalle harf sınırlaması olduğunu farketmeden yıldırım hızıyla aklındakileri yazıp gönder butonuna bastı beyfendi..


"Muhteşem Yüzyıl adlı dizi tamamen tarihimizi çarpıtıp nesli olduğumuz ejdadımızdan utanmamızı ve kuşağımızı unutmamızı amaçlayan seneryoyla hazırlanıp izlenmeye sunulan rezil bir filmdir...Neden böyle bir amaç edindikleride çok basit ve aşikardır ; 2010 senesi içinde Türkiye de dizi ve flimlerde tamamen açık bir ifadeyle israil eleştirilip alttan gizli mesajlar vererek israilin prestiji sarsılıyordu ! Bu nedenle de muhteşem yüzyıl adlı dizinin yapımcısı eski Kominist partisi üyesi olduğu iddaa e"..

Birincisi, bu dizi mi film mi, karar verememiş; adam da haklı ama, bizdeki diziler akşam yemeğinde masaya oturduğumuzda başlayıp gece biz yatağımıza girerken bitiyor.. Kafa karışıklığını normal karşılamak lazım.. Vay be diyorum, ne diziymiş ama arkadaş.. 2 bölümde içimize nifak tohumlarını ekip zehirlemişler bizi, pes doğrusu.. Dizinin senaryosunun amacını da bir çırpıda söyleyivermiş.. Ama ne olmuş, harf kısıtlamasına kurban gitmiş.. Demek istediği sanırım, bu İsrail'in oyunu, dizi yapımcısı da zaten eski Komünist.. Dizi yapımcısı olan bir insanın zerre kadar komünist olamayacağını bilmiyor mu acaba, yoksa böylesi mi işine geliyor.. Milli ve manevi değerle ilgili bir sorun varsa zaten emin olalım ki orada bir kızılın parmağı vardır!!.. O kızıl, para babası bir yapımıcı da olur, İsrail'le ortak çalışarak, bizi sinsice kandırarak o çirkin emelini gerçekleştirir; geçmişimize düşman oluruz.. Madem bu kadar duyarlı bir insanla karşı karşıyayız, tek bir sorum olacak.. Ülkede şu an benzinin litre fiyatı 4 tl'yi aşmış bulunuyor, acaba bununla ilgilli olarak herhangi bir protestoda bulundu mu ya da daha basit sorayım, hiç bu durumu düşünüp utanç duydu mu?!!!...

Söylediğim gibi, bu iki insanın yorumunun maalesef halkın büyük bölümünün düşüncelerini dile getirmesi üzücü olan.. Bir yanda cahilliğini gözler öününe seren bir aymaz, diğer yanda da kendi kafasının içinde oluşturduğu komplo teorileri ile içindeki öfkeyi tam olarak kusamayan bir karakter..

Herkes konuşsun, elbette herkes fikrini dile getirsin; buna karşı değil(d)im, ama "ağzı olan konuşuyor" dedirtmeseler keşke.. Gerçi bu derdimiz sadece tarihe has değil.. yine de Rtük'e sevişerek cevap veren bir Sultan Süleyman haberiyle karşılaşacağımı 40 yıl düşünsem akıl edemezdim, bravo Türk medyası, her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan..


Yazının uzunluğu ve dağınıklığı nedeniyle özürlerimi diler, saygılarımı sunarım..

Son söz yerine: Sultan Süleyman'ı ve Osmanlı'yı bu saçma esaretin içine hapsedeceğimize, merak ettiklerimiz hakkında azıcık okuyup sonra konuşsak yeterli olur diyerek fikrimi beyan ettikten sonra; izninizi rica ediyorum..

2 Ocak 2011 Pazar

Yeni bir yıl...

Dünya kendi ekseninde dönüyor, güneş kendi eksininde takılıyor; el mahkum ama, dünya bir de üstüne güneşin etrafında dönüyor.. Biz saliseleri, saniyleri, dakikaları, saatleri sayıyoruz, günü dolduruyoruz; o günler ayları dolduruyor, 12 tanesi yanyana geldiğinde bir yıl ediyor..

Bazılarımız o saliseyi bile yaşayamadan kayboluyorlar türlü şekillerde.. Kimimiz de 100'ü deviriyor, dünyaya kazık çakıyor.. Münferit hayatlar akıp gidiyor.. Biz de birisini daha bitirdik.. İsa'dan sonra 2010 bitti, 2011 başladı..

Bu bir yılbaşı yazısı aslında; başlığın içini çok dolduramayacağım ve bireysel bir yazı yazacağım.. Bu uyarıyı da yaptıktan sonra devam ediyorum..

Yaklaşık 10 yıldır herhangi bir yılbaşı kutlaması yapmıyorum.. Son olarak 98 yılında (düşünün artık kaç yüzyıl geçmiş üzerinden) amca çocukları ile bir yerlere gitmiştim; son kabusum buydu..

Bilumum yılbaşı gecesi kabusu yaşadım.. Yolda yürürken, arabanın içinde bir yerlere yetişmeye çalışırken, sevinçle hoplayıp zıplayıp dizimi incitirken (nesine seviniyorsam artık) vb. bir çok acı tecrübem oldu o ilk saniyelerde; koskoca 28 yıl, az buz değil..

Yılbaşı gecesinden ilk hatırladığım TRT'nin yılbaşı gecesi eğlence programı; inanılmaz ama Zeki Müren'i bile hatırlıyorum; ama en iyi anımsadığım TRT gecesi 89'un son günü.. Burhan Çaçan, Erol Evgin, Küçük Emrah, Coşkun Sabah vb.. Artık o zamanlar kim varsa orada ve ben çoğunu hatırlıyorum.. Demek ki benim hafıza 8'den sonrasını iyi depolamış.. Bakınız, burada videosu da var.. Resmen düğün salonu konsepti, bugünlerde bakamasam da Azerbeycan kanallarındaki eğlencelerin buna tıpatıp benzediğine kalıbımı basarım.. 80'ler güzeldi, 90'ları da unutamadım diyenler için Azerbeycan kanalları -tv açısından- biçilmiş kaftan.. Gözleriniz bile dolar, mazallah diyelim..

Çok dağıldık, toparlayalım.. Son yıllarda uyuyarak giriyordum yeni yıla.. Nasıl girersen öyle gider diyorlar ya, bir yanım hep uyudu demek ki o yıllar boyunca.. Bu sene ise... Bir şeyler balkabağına dönüşürken, birileri birilerini öperken, kimileri birbirlerinin ellerini tutarken, ışıkları açıp söndürürken, havai fişekler atılırken; 10'dan geriye doğru sayarken; bendeniz tuvallette çişimi yapıyordum.. Bu inanış doğruysa ben bütün sene altıma kaçıracağım mı demek oluyor acaba?!!!.. Bir kez olmuştu bu, bir akrabamızın düğünündeydik, ben 5 yaşındaydım; erkekler tuvaletini beğenmemiştim, pisti, en iyi hatırladığım şey ise her yerin sigara izmaritleriyle dolu olduğuydu.. Sonrasında annemlerin beni kadınlar tuvaletine soktuğunu, kızların benimle dalga geçtiğini; güldüklerini hatırlıyorum.. Utanç duyduğumu hatırlıyorum, belki de bu yüzden düğünlerden nefret ediyorum.. Bunu İpek'le konuşayım ben, bakalım ne bulacağız..


31.12.2010 tarihinde eski yılın bittiğinin, bir yenisinin başladığının ayarına varan benim için bulacağınız kelimleri yorum olarak beklerim..


İstediğim gibi bir yazı olmadı, bir şeye de benzemedi.. Olsun, canımız sağolsun.. Nesta'nın övgüsü mü acaba beni sersem yaptı, yoksa Nesta'cığım Bloomberg denilen kanalda az önce bir yarışma programında arkadaşın -güzel insan- Masis'i görmek mi beni dağıttı, bilemedim..

Her neyse, içi boş umutlarla, dileklerle kafanızı şişirmeyeceğim.. Burayı okuyan, okumayan tanıdıklarım, arkadaşlarım, dostlarım... Yılbaşı vesilesi ile değil, içimden geldiği için diyorum ki; *seviyorum sizi, yaşıyoruz çok şükür der gibi..


*Nâzım amcadan aldım, azıcık oynadım; burada kullandım...