28 Kasım 2010 Pazar

Ben Atatürk'ümü buldum..

Yıllarca ama yıllarca bir "Atatürk" filmi yapılacak diye bekledik durduk.. Biz işin içine hep holivudu katıyorduk, ama onlara değil, bizim sinemacılara;/belgeselcilere kaldı iş..

Can Dündar'ın Atatürk'ü çok tartışıldı, Atatürk yalnız ve masa adamı olarak lanse ediyor diye.. Ahkamı kesen büyüklerimiz affetsin ama, azıcık düşününce gerçeğin tam da bu olduğunu görmeleri gerekmez mi?!!.. Ömrünün yarısını savaş meydanlarında geçiren bir insanın ölümün onlarca iğrenç şeklini gördükten sonra delirmemesi bile büyük başarıdır bana kalırsa.. Televizyonlarda, sinemalarda gördüklerinden etkilenip adam öldürmenin ya da bir insanın ölümünü görmenin (ateşli silahlarla ya da envayi çeşit delici, kesici, ezici aletlerle) insan ruhuna etkisinin çiçek böcek görmek gibi olduğunu düşünen hödüklerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz zaten.. Herifçioğlu yanında bir balon patladığında bile havalara zıplar.. Peki  yaralanan bir insandan üzerine sıçrayacak ve önce biraz akışkan olan, sonrasında çamur gibi yapışıp kalan kanla nasıl bir imtihan vereceğini hiç düşünebilir mi?!!.. Neyse, fazla karıştırmayalım.. Atatürk,  Atatürk olmazdan evvel daha bir insandı; etrafı şakşakçılarla ve kendisini putlaştıranlarla sarıldıktan sonra ise yalnızlaştı ve yabancılaştı.. Bunlar benim şahsi fikirlerim elbette, çok daha uzun bir yazıda buna değineceğim galiba, ne de olsa kendim yazıp kendim söylüyorum:-))..

Sonra ismini tam olarak hatırlamadığım Turgut Özakman kaynaklı bir film geldi.. Halit Ergenç adlı oyuncuya yapılan korkunç makyajıyla aklımda yer etti.. Aşırı korkutucu bir görüntüydü açıkçası, Leven Kırca'nın skeçlerinde yaptığı makyajlar bile o görüntünün yanında daha albenili durur.. Adını bile hatırlamıyorum, ama eminim buram buram hamaset kokuyordu.. Çılgın Türkler furyasının bir devamı olarak bu film ve yanlış görmediysem yeni bir kitapla yazın hayatına devam ediyor sayın Özakman.. Allah uzun ömür ve hayırlı kazançlar versin der huzurlarından ayrılırım..

Bir de Livaneli'nin Veda filmi vardı.. Reklam ajansında staj yaptığım dönemde vizyondaydı film.. Esentepe'de kocaman bir duvarı satın almışlar ve filmin afişiyle kaplamışlardı.. Yaklaşık bir ay boyunca her sabah ve akşam o duvarın önünden geçtim, ama filme gitmedim.. Geçtiğimiz günlerde televizyonda bir bölümünü izledim.. Temposunda ve hikaye anlatışındaki belgesel havası ve durağanlığı çok fazla gözünüze batmazsa eli yüzü düzgün bir film olduğunu söyleyebilirim..

Kısacık yazacak, sonra kapatacaktım.. Yine dağıttım:-)).. Eğer illahi ki bir film çekmemiz gerekiyorsa bu tek değil, 3 fillmden oluşmalı.. Mustafa - Kemal - Atatürk üçlemesi olmalı.. Çünkü biz her bir haltı anlatmaya meraklıyız, atıyorum birisi çıkıpta ben Mustafa Kemal Atatürk'ün mütrake yıllarındaki İstanbul'dan ayrılmadan önceki günlerinden  Samsun'a çıkışına kadar olan zamanı anlatan bir hikaye çekeceğim demez, demiyor.. Varsa yoksa her şey anlatılacak.. Anlatamazsın işte, anlatabilmek için, hayatını çok iyi bir senaryo haline getirebilmen ve bu filmi çekebilecek işinin ehli bir yönetmene havale etmen gerekir.. Yoksa çekilenler belgesel ya da müsamere tadında kalır.. -Trt'nin Kurtuluş ve Cumhuriyet isimli iki adet fecaat filmini de unuttuk aslında, Cumhuriyet filmi hakkında bir yazı yazacağım, yakında, burada-...

Ha şimdi, gelelim başlığımıza.. Ben Atatürk'ümü buldum.. Gelin anlaşalım ve şu filmleri üçe bölelim.. Mustafa filmi, Kemal ismi kendisine verilene kadar olan süreyi kapsasın, senin adın da benim adım da Mustafa, bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun diyen hocasının repliği ile bitsin -ulan amma da kafamın içine kazınmış bu tirat, vay anam vay, gözünü sevdiğimin resmi idelojisi:-))-.. Sonraki de oradan başlayıp Mustafa Kemal'in son devrimlerinden birisi olan soyadı kanunu -Atatürk soyadını aldığı tarih- 24 Kasım 1934 sabahına kadar devam eder.. Son filmde o tarihten  başlayıp 10 Kasım 1938 yılı saat dokuzu beş geçe Atam Dolmabahçe'de gözlerini kapasa ve bütün dünya ağlasa resim tamamlanmış olur..

Atatürk'ümü buldum demiştim.. İşte şimdi sizi onunla tanıştırıyorum.. Bakınız:









Hanımlar beyler, karşınızda Kevin Kline.. Amerika'nın bu pek möhim oyuncusu şu an 63 yaşın olgunluğu ve karizması ile kariyerine devam etmektedir..Tipse buyrun tip, hık demiş burnundan düşmüş diyemeyiz elbette; ama korkunç derecedeki o makyajlara gerek olduğunu sanmıyorum.. Hem zamanında Atatürk'ün birebir boyuttaki balmumu heykelini beğenmeyip 190 boyunda zebellah gibi heykel yaptırılan topraklarda yaşıyoruz, sözüm size efendim, sayın Kline'ın boyu tamı tamına 188; gayet tatmin edici, gönlünüz ferah olsun..

Ben teklifimi yaptım.. Ey yalnız ve güzel ülkemin muhterem sinemacıları, bu sese kulak verin.. Bu şansı tepmeyin, Atatürk'ü size emanet ediyorum, güzel bir film sizin eseriniz olacaktır..

* Mustafa Kemal'i de buldum aslında, o da holivud civarlarından; o da pek meşhur bir sinema artizi.. Onu da yazacağım, bir sonraki yazıya kısmetse..

* Kevin Kline'ın fotoğrafları De-Lovely isimli filmdendir.. Cole Porter isimli önemli bir müzik adamının hayatını canlandırmıştır.. Bingo dönem filmi:-))..

*Atatürk'ün herhangi bir fotosunu koymadım, görüntüsü ziyadesiyle beynimize kazınmış zaten..

Herkese saygılar ve sevgiler:-))..

5 yorum:

Sophie dedi ki...

merhaba,

öncelikle bu yazını çok beğendim,onu söyleyeyim.ve bir tesadüf tam da bugün beşiktaş'tan emirgan'a geçerken,kuruçeşme civarında 'savanora'yı gördüm.savarona hakkında en son çıkan haberler geldi aklıma ve üzültü duydum.

'mustafa'nın vizyona yeni girdiği zamanlarda bir yazı eklemiştim ben de,eski blogda kaldı,ama düşüncem şu ki,öyle abartılacak eleştiriler yakışmıyordu o belgesele.çünkü atatürk'ü anlamak isteyen bir tek ona bakmamalı,hakkında yapılmış çok belgesel var,diğerlerine de baksınlar.

başta 'nutuk' en etkileyici olan,turgut özakman'ın ve erol mütercimler'in aynı konuları taşıyan güzel kitaplarını okusunlar.yeter mi,yetmez.latife hanım'ı merak ederler.onun hakkında da yazılmış pek çok şey bulunmakta,(bir tanesi bende olan ipek çalışlar kitabı)ona da bakılabilir.

senin bulduğun 3 film yöntemi de güzel,ona da başvurulsun,ama yeter ki dosdoğru anlaşılsın.zihniyetleri düzeltirsek hiç sorunumuz kalmayacak ya da bana öyle geliyor,varsın olsun.

güzel bir yazı okudum,güzel bir öneri var burada,teşekkürler piklop. :)

piklop dedi ki...

merhaba ve teşekkürler:-))..

Savarona'nın başına gelenler, Aksaray'ın başına gelenler, Galata'nın başına gelenler, Efes'in başına gelenler, Bergama'nın başına gelenler... diye uzar gider bu liste maalesef.. bunun sosyolojik veyahut pskolojik bir izahi vardır elbette.. bu derece tarihimizden bîhaber oluşumuzun, haberdar olduğumuzda ya talan edişimizin ya da yakmak/yıkmak için yanıp tutuşmamızın.. Ben Bergama'da bilmem kaç yüzyıllık taşa çakıyla ismini kazımaya çalışan bir çocuk görmüştüm -cinnete bir adım:-))- misal.. Onun için ismini ağaca kazımış, duvara kazımış, tarihi bir esere kazımış; farketmiyor.. Oysa bizim o tarihin mirasçısı/sahibi olarak ona su gibi, toprak gibi muhtaç olduğumuzu bilmesi gerekiyor.. Bu öğretilebilecek bir şey, bana kalırsa o çocuğun ve geri kalanlarımızın bunu rahatlıkla algılayabileceğini düşünüyorum.. Biraz çaba ve sabırla elbette..


Neyse, diğer tarafa dönelim.. Mustafa Kemal Atatürk meselesine.. Baştan söylemeliyim ki çok daha uzunca bir yazı yazacağım hakkında, blogda yazma fikri -hiç beceremiyor olsam da-içimde tekrar filizlendi çünkü.. Kısaca, Nutuk'u okumak gerektiğine ben de katılıyorum, yalnız Nutuk "19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktım" cümlesi ile başlar, daha öncesine pek değinmez, değindiği bölümlerde de hesaplaşma havasını rahatlıkla görebiliriz, aslında bir anlamda Nutuk başlıbaşına bir hesaplaşmadır.. Geçmişle, yaşadığı devirle ve gelecekle.. "Tek Adam"'ın, bana kalırsa tek başına durduğu tepeden olunabilecek objektiflikte anlatısıdır.. Şunu der "beni hatırlayınız", ama bunu sildirirler ricayla.. Çünkü o Gazi Paşa'dır ve her cephede galip gelmiştir, insan üstüdür, yokluğu düşünülemez bile..

Turgut Özakman için pek bir şey söyleyemeyeceğim, yazdığı kitaplardaki hamaset sosu yüksek bilgiler nedeniyle hem sevilesi hem de uzak durulası diyorum.. Sevilebilir, çünkü gerçekten de bu ülke kolay kurtarılmamıştır.. uzak durulabilir, çünkü biz 3 kıtaya hükmettik diye böbürlenenlerinin çoğunun kendisinin yazdığı kitapları okuduktan sonra da buradan hikayeleri ağızlarını şapırdata şapırdata anlatacağından ve "yatmaya" devam edeceğinin bir gram şüphe duymuyorum.. Geçmişten alınabilecek en iyi dersin, elinde övünüdüğü bir soyu olduğuna inanan bir insansın/toplumun o geçmişi iyi bilmesi ve içinde bulunduğu şartlar içerisinde en ileri noktaya kadar yürüyebilmesidir kanımca.. Yoksa iki kitap okuyup (çoğunlukla okumayıp) övünenlerle bir adım ileri gidemeyiz.. Hz. Ali'nin bir şiirinden alıntı yapayım da tam olsun:-)) "övünecek bir soyu varsa bilgisiz kulun
bilsin ki camurdan ve sudandır özü soyunun"...

Atatürk ve kadınlar dediğimizde ringin bir köşesine Fikriye, diğer tarafına da Latife Hanım'ları yerleştirmek gerekir sanırım.. Birbirinden iki ayrı karakter ve iki sevda.. Aslında bak kafamda da onlara dair yazacaklarım varmış, iyi oldu düşündüğüm, ben bu durum için de batasıca düşüncelerimden bir şeyler paylaşayım sonrasında:-))..

Belki de 4 film olmalı.. Şimdi düşüncünce 3 değil, 4'ün daha faydalı olduğuna inanıyorum.. Mustafa'nın Kemal'i aldıktan sonrasında başlayan devir 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basması ile birlikte Kemal'in 1. bölümü, soyadını almaya kadar geçen dönem ise 2. bölüm:-)).. Bunu ve 2. bölüm için favori aktörümü de yazacağım:-))..

Bir kaç kişinin beni okuduğunu biliyordum zaten de, beni hiç tanımayan birisinin de okuması... şaşırtıcı ve hoş bir duyguymuş.. üstüne bir de yazınız beğenilince yazma şevki de depreşiyormuş, unutmuştum; hatırlattın:-))..

Tekrar teşekkür ediyorum.. Sağlıcakla kal..

Sophie dedi ki...

söylediğine katılıyorum,şimdi yerinde yeller esen bergama zeus sunağının oraya ilk gidişimdeki hayal kırıklığım aklıma geliyor.sonraki gidişlerde depreşen hayal kırıklıkları..bazı zihinlerde tedavi edilemez şeyler var gibi,bunu ben iü arkeoloji bölümü öğrencilerinde hatta zaman zaman tarih bölümü hocalarında gördüm.''burada olsaydı biz zaten öyle bakamazmışız o sunağa,zaten bize ait değilmiş ki o kültür!''

daha neyin bizim olduğunun ayırdına varamayan koca koca insanlar var maalesef ve aynı çatı altında nefes alıyoruz bu kişilerle.benim cinnetime de burdan bak ;)

soyundan övülmek meselesi,bunu her toplum öyle ya da böyle yapıyor.biz de en azından kendimize tarafız.''yerineceklerine övünsünler varsın''diyesim geliyor ancak onla iş bitmiyor,haklısın.

Fikriye Hanım'ı da unutmamalı,merak ettiğim çok şey var onlar hakkıda,ama şöyle magazinsel,sadece sevgili-eş bağlamında bakmasalar daha rahat yaklaşacağım o kitaplara.

iyi bir şey hatırlatmışım,bu konuda senin içinde daha bir sürü şeyler var ama niye yazmıyorsun?biz senden daha mı iyi yazacağız ki,düşüncelerini daha sık paylaşman dileğiyle..

Sophie dedi ki...

piklop 'hesiodos'ta ergon' a ulaştım,istediğim gibi de oldu,hem copy-paste yapabildiğim bir dosya.tekrar teşekkürler.tabi bir de eyüp çoraklı'nın emeğine saygı duyuyorum,iyi ki yazmış,iyi ki varmış.teşekkürlerimi iletebilirseniz ne mutlu bana.

piklop dedi ki...

merhabalar,

aralıklarla yazabiliyorum, o yüzden yeni yorumları şimdi görebiliyorum.. çok teşekkür ederim tekrar,yazmaya çalışacağım; kafamda hafiften oluşturduktan sonra buraya da notları düşeriz..

Aradığınızı istediğiniz şekilde bulduğunuz için de ayrıca çok sevindim:-)).. Sevgili Eyüp çok çalışkan bir arkadaştır, gördüğümde güzel dilekleri ileteceğim..

saygılar...